14 Nisan 2010 Çarşamba

+++

Kusuyorum!
onlar yemek değil, sindiremediğim laflar.

Silah-

Sen şimdi ağzıma daya silahını,
kurşunlarınla doldur boğazımı,
del geç,
hayatımı becer geç.
sen şimdi kafama daya silahını,
14 kalibrelik kurşunlar teker teker öldürsün düşüncelerimi.
sinirlerim arasında süzülsün
öldürücü darbeyi sağ lobumda vursun.
sen şimdi daya silahını kalbime,
tüm fonksiyonlarımı yitirt,
seni yitirt.
beni yitirt.

sen şimdi daya silahını ağzıma,
lokma gibi diz boğazıma.
del geç,
yemek üzeri bir yudum suyum ol,
içime ak geç.

13 Nisan 2010 Salı

filmler-

Eğer bana sorsaydın, savaş baltalarını indirmemizin zamanı geldi!, diye haykıracaktım. günlerce ayna karşısında çalışmıştım.bir filmde görüp kulanmalı, diye o an yanımda olan peçetenin üzerine bile yazmıştım.böyle hazırda olan bir kaç tane daha cümlem var..

9 Nisan 2010 Cuma

+++

. içimde bir yerlerde bu gece için çok güzel planlar olasada, bunların hepsini gelecekteki geceler için saklamaya karar verdim. ne kadar bekletirsek, o kadar güzel olur zaman ve koşullar ve belki de olmazlar. ve ardından üzülebileceğimiz anılarıda yaşamamış oluruz... hatta pişman olacağımız anlar hiç olmamış olur..

***

bu gece, içimde ki küçük heyecanla hiç ihtimal vermiyorum arayacağına. ondandır ki; şu an her şey güzel. imkansız olduğumuzu bilmek paha biçilemez...

8 Nisan 2010 Perşembe

yeterince büyüdüğünde-

.Yeterince büyüdüğüne inandığında, geride kalmaları için çok zaman harcamayacaksın aşkların,
ne zaman gelip gittiklerinin farkında olacaksın, bir oda yetecek, bir ev istemeyecek,su sıkıntısı çekmeyeceksin, doğal gazın olmayacak, bunlar sorun olmaktan çıkacak..yeterince büyüdüğünü hissettiğinde; göz yaşın musluk suyu, erkeklerin teni elektirikli soba olacak.
kullanacaksın.
gerekirse aşkı sömüreceksin ki;
sömürülen sen olmayasın.

6 Nisan 2010 Salı

küçük konuşmalar-

.
küçük bir konuşma var aklımda, bir buna sahibim ve geri kalanı teferruattan da arta kalanlar. Nefes almanın nasıl olduğunu unutmuşum, hoperlörden gelen nefes alışlar uğruna.. unuttum, ciddi anlamda unuttum bu gün şunu yazana kadar aklıma gelmiş dahi değildi. sen bir şeyler karala dediğinde de aklıma gelmemişti. Yalanlara sahibiz, bizi kurtaran ve büyüten,
ve bir buna sahip olmamız acı vericiyken birde kişilere sahibiz, aslında çokta istemediğimiz, yerlerinde başkaları olsa daha güzel olur ,dediğimiz. şarkılara , şiirlere ve anlamsız on sekiz yaş ergen bunalımlarına sahibiz, her ayrılık şarkısını aşk şarkısı yapan zihniyetimizle birlikte şişedeki balık olma arzusuna sahibiz ki bu bizi küçük kılan.Ve kimilerine göre büyük, kimilerine göre büyümüş olmamızı sağlayan ağzımızdaki üzüm tadı.
kısa lafın da özetini sunacak olursam. aklımda konuşmalar var, replikler belli, replik sahipleri belli, göz yaşı belli , kan belli.arka fonu tom waits şarkıları dahi belli. ve bu belirginlik kimilerine göre büyük olduğumuzun bize göre küçük olduğumuzun göstergesi.

asfalta uzanıp yıldızları seyredenler.

Evi yanmış mahalleden birisinin, bizim elektirikler yoktu o gece, doğal gazımız kesikti .. hem aydınlandık hem ısındık. birilerinin evi yanmış mahalleden, küçük kızları asfalta uzanıp ay'ı izliyor gece, mahallede bir ev yanmış ki hayırlısı olmuş. eskiydi püsküydü ahşaptı sonu belliydi. ta 5 blok öteden kıvılcımı gelmiş...küçük kızımın odasından içeri girmiş saçlarını alevlendirmiş, o perdeye sarılmış perde yanmış odayı yakmış, oradan ev yanmış iki göz oda yanmış.mahallede geçenlerde bir ev daha yanmış, bizim evmiş. bizde artık her gece o küçük kızla beraber asfalta yatıyor yıldızlara bakıyormuşuz.hayırlısı olmuş,artık elektirik neden yok, doğal gaz neden yok denmiyormuş.artık ev yokmuş. mahalleden birisinin evi yanmış...

4 Nisan 2010 Pazar

beş nisana çeyrek kala.

Bu yazıyı neden yazdığımdan bahsetmek istemiyorum sadece değer verdiğim bir erkeğin buna vesile olaması sebebi... zamanında değer verdiğim aslında, şu an benim için pekte bir şey ifade etmeyen sadece anımsadığımda " çok iyiydik" diyebileceğim biri yüzünden bir kaç senedir yazıyorum bu yazıyı..tabi hiçbir sene bu tür bir açıklamaya girmemiştim, bu sene
biraz değişiklik yapıp nedenlerinden de bahsetmem gerektiğini düşündüm...

İlk defa bir müzik grubuna tam anlamıyla sahip olmayla başladı bu macera aslında...
sonradan " KDC " şifrelerini çözerek...
sabahlara kadar dinlenip, en olmayacak şarkılarında ağlayarak başladı bu yaşanmışlık.

Donald hakkındaysa fazla bir şey yazamıyorum artık, bana onun
hakkında yeni ilhamlar veren güzel kokulu bir insana sahip oldum...
aslına bakarsanız şimdi sadece onun için yazıyorum... onun o safça sevgisi için , çıkarsız...

Ben ablamın aşkı mercury ile büyüdüğümden ailemin "geçecek
kızım, bu da geçecek" dediği sözleriyle büyüdüm... geçmek yerine kuvvetlenen dönemlerdeyse "sanırım bende hiç geçmez bu sevgi" diye yineledim kendi kendime...evet geçiyormuş, demek ne kadar acı versede size, içinizde bıraktığı gizli anlamlar yetiyor... geride kalanlarda olan ve hep içlerinde tuttukları gizli aşklar gibi aslında.

bir şeye tam anlamıyla sahip olamayaşınızın, dokunamayaşınızın verdiği bu his size onu sürekli yaşatma arzusu veriyor.
Hayat garip sürekli bundan bahsediyorum ; sevişmek
isteyebileceğim, evlenmeyi düşünebileceğim tüm erkeklerin ölü olması artık tam anlamıyla aklımda ütopik erkeği yarattığımın bir gerçeği..

sevincimi maruz görün ama bulduktan sonra ölmemeleri, aslında hep ölü olmaları da benim bahtsız olmadığımın göstergesi oluyor... içten içe bunu hissediyorum yani.

konu şu ki; donald hayatımda sahip olabileceğim ilk insandı, ama ne yazık ki her insan gibi sahibi olabileceğim tek insanın o olmadığını anladım...
sesini duyduğumda tüylerimin ürperişi,
hatta ezbere söyleyebildiğim ingilizce şarkıların genelinin sahibi olması da bunun azıcıkta olsa bir köşesinden göstergesidir...

geçenlerde kendi kendime söyledim, şahit olanlar vardı...

sürekli düşünüp olaydı, söyle olurdu böyle olurdu gibi
varsayımlardan konuşmaktan çok sıkıldım...
Donald olsaydı yine benim olmazdı ve yaratıcığı körelmesede grunge'ın miladının dolması onu içine kapanık yapmış olurdu,
ve sanıyorum ki biz bu halimizden daha üzgün olurduk...
şimdi tam da zirvedeyken, kafası kıyakken ölmesi ya da öldürülmesi bir yandan iyi olmuş diyorum.

sevmiyor muyum?

elbette seviyorum, dinliyorum ve hala bazı geceler sahibi olduğum bayrağını öpüp yatıyorum...
Ama zamanın değiştiğini ve grunge'ın bir yerlerde ölü bulunduğunu gerçeğini değiştirmiyor...

sevgilime ,oğluma ,babama,

kızından.




2 Nisan 2010 Cuma

Tanrıcılık-

Kaç kere dedim sana "bağımlılık" diye bir oyun yok diye,
o evcilik ve doktorculuktu hatta çok kasarsak öğretmencilik bile olabilirdi.
ama yok.
grunge-cılık diye bir oyun yok.
gözlerini aç güzelim , güzel kokan kadınım bu oyun değil,
damarında gezinen mikroplu sıvı oyun değil,
ki bu; kanın da değil.

Son günlerde sürekli eroin şırınga ediyorsun toprağa,
toprağın kafası güzel,
çiçekler daha bi hoş,
ağaçlar baya keyifli...

nerede kalmıştım?

Tanrıya olan inancımı zedeliyorsun,
Kaç kere dedim sana "Tanrıcılık" diye bir oyun yok diye!...

her şeyi yaratamaz ya da yok edemezsin,
topraktan içeri elini sokup ; kalan kemikleri çıkarıp ,
üzerlerine et giydirip ,
mavi gözlü bir adam yaratamazsın...
kaç kere dedim sana ,
bunun oyunu yok diye?!

-just for you.-

sandık içlerine adımı kazımalıyım-

var olan gamzene ; su doldurup yüzeceğim,
yemeğim yokken tasım da yapabilirim,
sıkıldığımda parmak basabilir,
ve ağladığımda dudaklarının kulaklarına doğru zorla haraket etmesiyle gizlendiği yerden sırf beni güldürmek içinde çıkarabilirsin.
-olabilir,oldurabiliriz-

o olmadı...
bu olmadı,
ama elbet biri olacak,
ve susacağımı sanıyorsan; ünlemden önce nokta getirenler kadar yanılıyorsun derim.
susasım yok,
şarkı söylesek,
ya da içsek mi yakın zamanda.
bilemedim,
şimdi gitmeliyim.
sandık içlerine adımı kazımalıyım,
diğer cansız bebeklerle birlikte-