1 Aralık 2009 Salı

baş ağrısına yenik düşmüş,kahve fincanıysa hala bıraktığı yerde,kedi ortalıkta dolaşıyor,telefonlarsa hala çalmadı,bu içinde konyak olan 2 günde 8. kahve fincanı... kafeinden mi alkolden mi ölür tanrı bilir... iki gündür telefonu çalmadı...2 gündür hiç yıkanmadı, sarı kalın bukleleri düştü saçları yağlandı... ne bir tıkırtı duydu ne yatağa gitme ihtiyacı... iki gündür kahve makinası ve camın önündeki beyaz koltuk arasında gidip geliyor... birkaç çörek yemeyi de ihmal etmiyor... tüm dergilerin içinden fotoğraf kareleri kesmiş, o karmançorman duvarına biraz daha renk katmak istediği kesin... hava sıcak teninde boncuk boncuk ter damlaları ... camları açmıyor panjurları açması gerekir diye... panjurları açarsa güneş ışığı vurur gözüne, bebeğine...
Günlerdir zamanın akıp gittiğinden bahsediyordu, dolu dolu yaşadığından ve durulması gerektiğinden... kendini dinlemedi... "çok arkadaşım var" diye böbürlenip herkesin onu sevdiğinden ve merak ettiğinden bahsediyordu... iki gündür arayan yoktu... küçük bir intihar bile planlamıştı kafasında ama cesedinin kaç gün bekleyeceğinden emin değildi... yedek anahtarı da yoktu kimsede hem, zaten "intihar etmiş" laflarının da söylenmesini istemezdi arkasından...
birkaç mektup yazdı...
birkaç şiir...
bir sürü albüm dinledi... ama bir şarkı ki hep sevmiştir, takılıp kalmasını engelleyemedi...
gözünü kapattığında dün gibi aklındaydı işte her şey dün gibi... Taze, güzel kokulu yaz meyveleri gibi...
bedenindeki güneş yağı kokusunu bile hissedebiliyordu...
beyaz koltuk üzerinde uzanmış gözlerini kapamış şarkının götürdüğü yere gitmeye razı bir şekilde bedenini hayallerinin akışına kaptırmıştı...
dudakları hafifçe aralandı ve saatlerdir içinden söylediği şarkıyı mırıldanmaya başladı... önce küçük dudak hareketleriyle, kolunu kaldırmaya bile hali yoktu... mırıldanıyordu... kelimeleri bile düzgün telaffuz edemiyordu... umursadı mı?
sesi yavaş yavaş yükseliyor adeta büyülenmiş gibi bedeni yavaş yavaş kıpırdamaya başlıyordu... yavaş yavaş ama dipdiri,canlı , taze aynı yaz meyveleri kokusunda... ayaklarının altında kayıp giden kumsal ,kulağında müzik , burnunda denizin kokusu...
Kendine gelmeliydi... O zamanının çoğunu ayna karşısında geçirir,beyaz pudrasını yüzüne ve görünen tüm yerlerine sürer kırmızı rujuyla dudağını boyamadan aynanın karşısından kalkmazdı...teker teker giyilen naylon çoraplar itinayla takılan jartiyer tokaları... üzere geçirilen derin dekolteli elbiseler...o hep böyleydi... Ne kadar doğru ne kadar yanlış olduğu tartışmaya açıktı... sevecen ve hayat dolu, kahkahalarının desibeli , boğazdaki ses yasağına takılan cinsten...
doğruldu, ayağa kalktı... önce kahve fincanını durduğu yerden aldı. mutfakta bir süre kaldıktan sonra salona tekrar gelip yerdeki kağıtları topladı... birkaçı ayrıldı birkaçı atıldı... uzun beyaz holden odasına doğru yürüdü, makyaj masasının önündeki toz pembe koltuğuna oturdu ve eline sütten beyaz pudrasını aldı...
yüzüne ve göğsüne ve görünen heryerine...
aynada kendine baktı ve görüntüsünden hoşnut kaldı... kirli de olsa bembeyaz ve pürüzsüz teniyle bir harikaydı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder